29 Aralık 2014 Pazartesi

Yeni yıl

Öyle olsun, böyle olsun, onları getirsin, bunları getirsin. Umutlar, temenniler, beklentiler vs vs. Oysaki 1 Ocak sabahı yine rutin hayatlarımıza devam edeceğiz. Elbette Gönül ister ki herkes bir gece de trilyoner olsun. Hiç dert tasa, hastalık, keder, gam kalmasın. Gece gündüz hayaller kuran herkes hayallerine kavuşsun. Sevinç çığlıkları ile inlesin dünya ne güzel olurdu. Maalesef
Ya beklentisiz olmuyor hayat, ya da erteleyerek yaşıyoruz aslında hayatı. Ya inancımız eksik, ya cesaretimiz yok. Ya da umut etmek istiyoruz, vazgeçmemek için. Gerçekten inanıyor olsak biliriz ki kul kurar, kader gülermiş. Asgari ücret ile çalışan bir insanın villası olması realite ile açıklanamaz, fakat kader-kısmet ile açıklanabilir. Tanrı bilir çünkü ve kısmet etmeyeceğini hayal ettirmez. Hayallerimizden vazgeçmemeliyiz. Mutlu eder hayal kurmak insanı. Bu soğuk kış günlerinde zaten hava kapalı, bir de ruhumuzu, düşüncelerimizi kapatmayalım değil mi? Şimdiden tatil planlarımız yok mu, elbette var. 
Kendimizi kızgın kumlarda, denizin kenarında görüyoruz. Veya uzak diyarlarda adım adım dolaşırken. İçimiz ferahlıyor, mutlu oluyoruz. Sonra gerçeklerimize dönüyoruz belki ama olsun, hayalsiz olmaz. Cesur muyuz, hayır. Hiç birimiz yeterince cesaretli değiliz. İtiraf etsek de, etmesek de hepimizin korkuları var. Denemekten, kaybetmekten korkuyoruz. Bu yüzdendir ki milli piyango biletlerimiz aslında hayallerimize bir adım yaklaşma umudu. İşinden memnun olmayan, kendi işinin sahibi olmak isteyen, dünyayı dolaşayım, karnımı nasıl olsa doyururum diyen maceracı ruhlardan, sevdiğine seni seviyorum demek için kendini yiyip bitiren gençlerden, patronuna, yöneticisine küfürler savurup arkasını dönüp gitmek isteyenden, sokak hayvanlarını doyurayım, down sendromlu insanlara adayayım hayatımı, aşramlarda yaşayayım, dağlara çıkıp ibadet ile tüketeyim ömrümü, evde yatayım para gelsin diyen milyonlarca insan var çevremizde. İmkânsız mı? Hiç de değil :) Bir nefeslik can değil mi hepsi. Olur olur ne olur, denemekten kim ne kaybeder? Bu kadar kolay olsa değil mi? Aslında belki de düşünmediğimiz kadar kolaydır. Öğretilerden, ananelerden kurtulabilsek. Çevremizi sarmalayan elâlem ne der duvarlarını yıkmayı becerebilsek. Yeni yıl arifelerine bu kadar anlam yüklemeye gerek kalmaz. Bir milli piyango bileti ile kurduğumuz geleceği rafa kaldırmayız kim bilir. 
Yeni yıl yeni hiçbir şey getirmese de sevdiklerimizi, sahip olduğumuz yaratanın kısmet ettiği kadarını almasın, kimseyi gördüğü günden geri koymasın yeter. Savaşlar olmasın, masum insanlar ölmesin. İyilik sarsın kalpleri, sevgi doldursun bakışları. 
Hayır, bereket, bolluk ile dolu dolu olsun. Temenniler, beklentiler, hayaller eksik olmasın hayatlarımızdan. Kocaman gülerek karşılayalım, hoşgelsin 2015 ;)

13 Ekim 2014 Pazartesi

Insan,


İnsan;
Yaratanın eşref-i mahlûkat diye taçlandırdığı, nimetlerin en güzelleri ile donatılmış, ruhuna yaratanın nefesi üflenip can bulmuş olan insan. Ne kadar özeliz, ne kadar güzeliz her birimiz ayrı ayrı. Farkına varabiliyor muyuz acaba?
—hayır,
Çünkü zerre miskal insan olmanın ne demek olduğunun farkına varmış olabilsek yaşadığımız dünya böyle bir yer olmazdı. Bu kadar çıkar çatışmaları, benlik savaşları, yalanlar, riyakârlıklar vs vs olmazdı, olamazdı.  İnsanoğlu çiğ süt emmiştir deyimi bile söylenemezdi. 
İnsan yaratılırken tek bir beden, tek bir ruh ile yaratılmış olsa da gözle görünmeyen iki canavar ile dolaşıyor aslında. Biri ego, diğeri nefs. Bunları yenebildiği gün yaratanın da dediği gibi en özel, en güzel varlık haline dönüşüyor. 
Ego, maalesef tedavisi olmayan bir hastalıktır. Sürekli konuşur. Her yaptığınız işte, her girdiğiniz ortamda hep ben der. Biri görsel olarak sizden güzel ise direkt sesi gelir arkadan hıh o da güzel mi, ben ne güzeller gördüm. Veya istemediğiniz bir yorum ile karşılaştığınızda yine seslenir. Bu kim olur da bana böyle der. Çünkü ego sürekli büyür. O büyüdükçe siz küçülürsünüz farkında olmadan. Ego geçici şeyler ile beslenir. Ne yazık ki doymak bilmeyen de bir iştahı vardır. İş yerinizde terfi edersiniz eğer ki egonuz sizden büyükse astınız olan insanların vay haline. Bitmek, tükenmek bilmeyen bir mücadele başlar. Sürekli dürter, sürekli konuşur. Sürekli birilerini ezdirir. Sürekli birilerinin açıklarını aratır. Çünkü kendisinden daha iyisi olamaz. Ve ego insanı kör eder. Taa ki bir gün kendisinden daha büyük bir ego çıkıpta şşştt dur bakalım sen de ne oluyorsun diyene kadar.  Egoyu yok etmek büyük bir erdemdir. Her şeyden önce sahip olduğumuz olacağımız, maddi manevi tüm varlığın emanet olduğunu kabul etmemiz lazım. Sahip olduğumuz bedenden tutunda, oturduğumuz eve, bindiğimiz arabaya, kazandığımız paraya varana dek her şey bir emanettir. Gerçekten bilene. 
Nefs kavramına gelince, belki egodan daha zararsızdır. Çünkü nefs kendinize hâkim olmanız gereken otokontrolü daha kolay olan bir kavramdır. Hakkınız olmayan bir şeyi almak. Eşinizi, dostunuzu veya kendinizi aldatmak. En basite indirgeyecek olursak diyet yaparken muhteşem bir tatlıyı yemek nefsin arzusudur. İslamiyet’te oruç tutmanın ana teması nefsi terbiye etmektir. Eline, diline, beline hâkim olan insan nefsini öldürür. 
İnsanı yanlışa sürükleyen, ruhunu öldüren iki şeydir. Ego ve nefs. Belki de varoluşumuzun temeli insan olarak doğup bu iki kavram ile mücadele ederek arınmayı başarıp tekrar vuslata ermektir. Çünkü her günümüz birbirinden meşakkatli. Birbirinden ayrı mücadeleler ile dolu. Bazen hayata karşı, bazen kendimize karşı hep bir mücadele içindeyiz. Yaşadığımız dünya üzerinde milyarlarca ego ve nefs ile asıl mücadelemiz. Ve bilmeliyiz ki insanın olduğu her yerde her şeye hazırlıklı olup şaşırmadan, kabullenmeyi öğrenerek devam etmeliyiz. Başkalarını değiştiremesek bile kendimizin farkına varabilmeliyiz. Belki de ilk kendimizden başlamalıyız. Egolarımızdan arınıp, nefsimizi öldürerek benlik duygusunu bir kenara bırakıp. Yaratan katında insan olmanın saygınlığına erişebilmeliyiz. 
Eşref-i mahlûkat olabilmenin hazzını yaşayıp, yaşatabilmek dileği ile..



12 Ekim 2014 Pazar

Özel hayat

Özel hayat
Her bireyin kendisine ait özel bir yaşamı vardır. Bu özel kapsamının içerisinde ilişkileri, tercihleri, zevkleri, düşünceleri gibi her şey olabilir. Özeli veya diğer bir deyim ile mahremi sadece kendisini ilgilendirir.  Pazar sabahı televizyonda denk geldiğim programlar dikkatimi çekti. Magazin programı dediğimiz saçmalıklar silsilesini izledim. İster istemez kafam da soru işaretleri oluştu. Bir sanatçının özel yaşamı diğer insanları ne ilgilendirir? Falan sanatçı sevgilisi ile elele yakalandı. Yemek yerken görüntülendi. X sanatçının oğlu / kızı sevgilisi ile alış veriş yaptı. Bizi ilgilendiren durum ne?
Magazin kelimesinin karşılığı halkın çoğunluğunun ilgi duyduğu sanat, kültür, spor vb. içerikli bol resimli yazılar demektir. Magazin programları, dergileri olmalıdır. Sergiler, konserler, sinemalar vb hakkında elbette ki bilgi sahibi olmalıyız. Fakat kim kiminle, nerede, ne yapıyor haberleri magazin kavramına girmiyor. Daha çok kişilik haklarına saygısızlık ediliyor. Halkı ilgilendiren, bir sanatçının sanatıdır. Oğlunun / kızının nerede gezdiği, kimlerle gezdiği kimseyi ilgilendirmez. Televizyon programları halkın geniş kitlelerine hitap ettikleri için yayın içeriklerine özen göstermek zorundadırlar. 
Zira televizyon programlarında gördükleri hayatlara özenen, hayallerini, hedeflerini yanlış belirleyen gencecik çocuklarımız var. Televizyon kitle iletişim aracı ve bu aracı iyi kullanmak zorundayız. Hayatın içerisindeki her şey elbette görsel olarak olacak. Fakat doğru olmalı Pazar sabahı tek öğretici habere denk gelmedik. 
Magazin programlarını da bir tarafa bırakalım. Sanırım bizim genetik olarak toplumumuzda bir sorgulayıcı, irdeleyici taraflarımız var. Komşularımızda da rastlarız. Kapı sesine çıkar bakar birileri. Araba durur perde aralanır. Neden? Bizi ilgilendiren bir durum varsa zaten kapımız çalınacaktır. Fakat sokakta duran araba kimi ne ilgilendirir? Madalyonun diğer tarafında da şu vardır. Birileri yardım ister feryat figan bağırır kimse kafasını çıkarmaz. 
Özetle kendi hayatlarımızın dışındaki hayatları çok merak ediyoruz. Tüm detayları ile irdelemek istiyoruz. Fakat özel hayatın varlığını, mahremiyet kavramını, insan olmanın vermiş olduğu yaşamsal devamlılıklar olduğunu unutmamalıyız. 
Televizyonlarda gördüğümüz hayatları basite indirgeyerek baktığımızda kendi yaşamlarımızdan kesitler olduğunu atlamayalım. Kişilik haklarımıza saygısızlık ettirmeyeceğimiz gibi başkalarının kişilik haklarını da savunmayı unutmayalım.

her gün,

Her gün yeni bir gündür…
Doğduğunuz andan itibaren hayat bir şeyler öğretir size. Sonu yoktur öğreneceklerinizin. Her gün yeni bir bilgi eklersiniz bilgi dağarcığınıza. Tatları öğrenirsiniz. Dokuları öğrenirsiniz. Kokuları öğrenirsiniz. Duyguları öğrenirsiniz. İnsanları öğrenirsiniz. Siz farkında olmadan öğrendiklerinizi düşününce şaşıp kalırsınız. 
Doğduğunuz zaman hiçbir şeyi olmayan ki buna egolar dâhil minicik bir bebektiniz. Anne babanızı bile zaman içerisinde öğrendiniz. Adınızı öğrendiniz. Aynı zaman içerisinde egolarınızı büyütmeyi de öğrendiniz. Hep bebektiniz sonra benliğiniz ortaya çıktı. Benliğiniz ile birlikte beğenileriniz, hoşunuza giden şeyleri de keşfetmeyi öğrendiniz. Bazılarımız tatlıyı sevdiğini fark etti. Bazılarımız acıyı sevdiğini fark etti.  Hepsini yaşayarak öğrendik. Tecrübe ettik.
Ağlamayı da öğrendik gülmeyi de. Bazen ağladıklarımıza gülmeyi öğrendik.  Bazen öyle acıları yaşadık ki bunu kaldıramayız dediğimizde daha büyükleri ile baş edebildiğimizi gördük. Öğrendiklerimizin yaş ile değil yaşanmışlıklar ile doğru orantılı olduğunu gördük. Derler ya çok okuyan mı bilir, çok gezen mi bilir. Burada gezmek yaşamaktır aslında. Gidip görmek, orada bulunmak, havasını suyunu bilmektir. 
Yaşadığımız sürece edineceğimiz en büyük tecrübeler insanlar ile olanlardır. Çünkü biz sürekli insanlar ile iletişim halindeyiz. Ve her gün çevremizde ki insanlardan bir şey öğreniyoruz. Aldatılmayı öğreniyoruz. Kandırılmayı öğreniyoruz. Yalanı öğreniyoruz. Çıkarlar uğruna neler yapılabileceğini öğreniyoruz. Sevmeyi öğreniyoruz. Fedakârlığı öğreniyoruz. İyi ki de öğreniyoruz. Devam eden hayatımızda başımıza gelebilecek şeylerin bizi şaşırtmaması gerektiğini öğreniyoruz. İnsanlar ile yaşıyoruz edindiğimiz tecrübeler bizi olgunlaştırıyor. Hepsi ilk bakışta birbirinin aynısı gibi görünüyor olsa da hiç kimse bir diğerine benzemiyor. Bize hissettirdikleri duygular ile ayırt ediyoruz insanları. 
Bizi mutlu eden insanlara daha çok sahip çıkmayı, daha çok güvenmeyi öğreniyoruz. Tecrübelerimiz bize şunu diyor, hayat kısa. Seviyorsan eğer daha çok söylemelisin. Seni üzüyorsa birileri, sana sıkıntı veriyorsa bir şeyler kestirip atabilmelisin. 
Güvenini kırıp arkandan iş çeviriyorsa insanlar bu da hayatın gerçeği deyip tebessüm ederek büyüme hanene bir tık daha atabilmelisin ki olgunluğun ne demek olduğunu fark ettirebilesin.
Her gün yeni bir gündür.

27 Eylül 2014 Cumartesi

Cildimiz,

Bedeninizi seviyorsanız ilk yapmanız gereken SAYGI duymak. Sizi mutsuz edecek her şeyi hayatınızdan uzaklaştırmayı başaracaksınız. Gülümsemenin, surat asmaktan daha eğlenceli olduğunu keşfedeceksiniz. Elbette insan ağlar, üzülür fakat umutsuz olmaz.
Sonra bol su tüketeceksiniz. Insan vücudunun su ile beslendiğini unutmayacaksanız. Su vücudunuzun nem dengesini sağlar. Cildinizi aydınlatır. Hücrelerimizin yaşlanmasını ve kırışıklıkları önler. Yeterince su tüketemiyorsanız kendinize hatırlatıcı uygulamalar edinin. Su candır. Böbrekleriniz için, migren hastaları için, ışıltınız için olmazsa olmazımız su.
Mümkünse araya bir de yürüyüş sıkıştırmaya çalışın lütfen. Hepsini bir arada yazmak olmaz sanırım. Ilk Görevimiz bedenimize SAYGI duymak olsun. Sonra bedenimizi canlı tutmak için su içeceğiz.
Iphone ve iPad için böyle bir uygulama mevcut 😉

26 Eylül 2014 Cuma

Bir blog yazıyorsanız,

olmazsa olmazları var bir bloğun. Insanların hımm tam da buna ihtiyacım vardı, diyecekleri Konuları bulmanız kesinlikle şartmış :) işimin en temel parçası olan ürünleri tavsiye edeceğim ;)
Satınalma uzmanı bir hanım olarak işimi bloğumda da yapmaya devam edeceğim. Bir hanım için en önemli şey cildimi? Saçları mı? Bence bu sorunun cevabını ortalama olarak bulmak ile işe başlayabilirim :)
Haydi bakalım cevaplar gelsin önceliğiniz saçınız mı? Cildiniz mi?

19 Ağustos 2014 Salı

Yöresel lezzet



Hafta sonu birbirinden eğlenceli misafirler ağırladık. Onlar ile birlikte geçirdiğimiz zaman içerisinde en çok kullandıkları deyim yöresel lezzet oldu. Tabii onlara yöresel lezzetleri bildiğimiz kadarı ile tattırmaya, anlatmaya çalışırken, ne kadar zengin bir kültürümüzün olduğunu fark edip gururlanırken, diğer taraftan sahip çıkmadığımızı fark ederek üzüldük. Çünkü sözde modern dünyaya ayak uydururken aslında ananelerimizden uzaklaştırılıp ne olduğumuzu unutuyoruz.
Sonra yine modern dünyaya ayak uydurma çabalarımız sırasında organik tarım, gelenekler, görenekler diye kültür turları çemberinde cercer beygiri gibi dönüp duruyoruz. Biz kendi adımıza evlâtlarımıza nereden geldiklerini unutturmamak adına elimizden geldiğince yazarak, not ederek bir kültür mirası bırakmayı planladık. Eğer bu fikrimiz birilerine ulaşır büyürse adını yöresel lezzetler koyup ardımızda bir anı bırakabiliriz diye düşünüyorum.
İlk etapta kulağa ütopik gelebilir fakat teknolojiyi kullanmamamız için hiç bir sebep yok. Herkes büyüklerinden duyduğu deyişleri anlamları ile birlikte bir yerlere not edebilir. Büyük bir teknolojik kitaplık oluşturulabilir. Ya da bir kurutmalık tarifi, reçel tarifi. Tamamen organik, tamamen yöresel olmak şartı ile. Çünkü adım attığımız her yerde bir yaşanmışlık var. Bu toprakların üzerinden birbirinden farklı onlarca kültür geçmiş. Unutursak geriye ne kalacak ki bizden.
Hafta sonu arkadaşları geldiğinde, çocuklarımız bilmedikleri yöresel lezzetleri mi anlatacaklar? Yoksa tur rehberlerinden ezber eden çocuklar gibi bilmedikleri bir geçmişi mi anlatacaklar?
Bir an hayal ettim, gördüğüm manzara hiç eğlenceli gelmedi. Bugünden başlayıp yarına bir yöresel lezzet bırakalım. İster birlik olalım, ister bireysel kalalım. Fakat bir adım atalım. Bazen üzülüyoruz ya bizim gibi sokaklarda oynayamıyor yeni nesil diye. Gelecekte en azından bizim neye üzüldüğümüz hakkında geçmişe dair biraz fikirleri olsun.
Sütlü sahanı gibi yan yana dizelim bildiklerimizi, biraz araştıralım, biraz büyüklere danışalım. Kendi yöresel lezzetimizi bir arşiv haline getirelim.
Benim de tuzum olsun diyen varsa www.suflecandir.blogspot.com adresinden YÖRESEL LEZZET yazısının altına yorumunu bıraksın lütfen.

12 Ağustos 2014 Salı

Cumhur


10.08.2013 kimilerine göre yeni bir sayfa, kimilerine göre sonun başlangıcı, kimilerine göre istikrar, kimilerine göre güç, kimilerine göre hak, kimilerine göre müstehak. Türkiye cumhuriyeti tarihinde ilk kez kendi cumhurbaşkanımızı seçim ile sandıklara gidip oy kullanarak seçtik!
Adil bir seçim mi oldu?
Sonuçlar gerçekten tarafsız ve reel mi?
Bu soruların cevabını sadece Tanrı bilir. Gönlümüzden geçen hiç bir şekilde hile olmamış olmasından yana. Saydık, bitirdik. Sonuçlara gelince bana göre bu seçimin lideri herkesin kim yahu bu adam, hiç duymadık, bilmeyiz dediği Sn. İhsanoğlu.
Yaklaşık 30 günlük zaman diliminde kim olduğunu bile tam olarak ifade edemeden %38,5 oy oranı almayı başardı. Gerçekten başarı mıdır? Bence evet.
Rakiplerine baktığımız zaman bir tarafta siyasetin içerisinde olan iki dönem milletvekilliği yapmış, aynı zamanda siyasi bir partinin eş başkanı bir rakip, diğer tarafta 12 yıldır iktidarda söz sahibi olan bir lider varken böyle bir platformda alınan oy oranı yabana atılacak oran değil. Bu tabloya bakıldığı zaman  halk ne kadar bilinçli bir seçmen sorusu aklıma takılıyor. Gerçekten ne istediğimizi, nasıl bir yöneticiye sahip olmamız gerektiğini biliyorsak adını bile telaffuz edemediğimiz biri nasıl bu oy oranına ulaştı?
Velev ki fikir ayrılıklarımız varsa bundan sonra ne olacak?
Uygulama özüne bakıldığında doğru olabilir, fakat bundan önceki reisi cumhurlar milleti temsil eden vekiller tarafından belirleniyordu. Kimin ne rahatsızlığı vardı da halk oylaması yapıldı? Bir güvensizlik söz konusu ise milletvekilleri listeleri de halk oylaması ile yapılmalı. Olamaz mı, olabilir. Eğer bir günde reisi cumhuru halk seçmeli deniyorsa, temsilcimi de seçme özgürlüğüm olmalı.
Her şeyi unutalım, haydi barışalım, hepimiz biriz, beraberiz. Bana oy veren, vermeyen herkesi kucaklıyorum diyen bir lider varsa meydanda biraz durup düşünmeli. Kendi adıma söylüyorum ki hala küsüm..

10 Ağustos 2014 Pazar

Her gün, yeni bir gündür.




Doğduğunuz andan itibaren hayat bir şeyler öğretir size. Sonu yoktur öğreneceklerinizin. Her gün yeni bir bilgi eklersiniz bilgi dağarcığınıza. Tatları öğrenirsiniz. Dokuları öğrenirsiniz. Kokuları öğrenirsiniz. Duyguları öğrenirsiniz. İnsanları öğrenirsiniz. Siz farkında olmadan öğrendiklerinizi düşününce şaşıp kalırsınız.
Doğduğunuz zaman hiçbir şeyi olmayan ki buna egolar dâhil minicik bir bebektiniz. Anne babanızı bile zaman içerisinde öğrendiniz. Adınızı öğrendiniz. Aynı zaman içerisinde egolarınızı büyütmeyi de öğrendiniz. Hep bebektiniz sonra benliğiniz ortaya çıktı. Benliğiniz ile birlikte beğenileriniz, hoşunuza giden şeyleri de keşfetmeyi öğrendiniz. Bazılarımız tatlıyı sevdiğini fark etti. Bazılarımız acıyı sevdiğini fark etti.  Hepsini yaşayarak öğrendik. Tecrübe ettik.
Ağlamayı da öğrendik gülmeyi de. Bazen ağladıklarımıza gülmeyi öğrendik.  Bazen öyle acıları yaşadık ki bunu kaldıramayız dediğimizde daha büyükleri ile baş edebildiğimizi gördük. Öğrendiklerimizin yaş ile değil yaşanmışlıklar ile doğru orantılı olduğunu gördük. Derler ya çok okuyan mı bilir, çok gezen mi bilir. Burada gezmek yaşamaktır aslında. Gidip görmek, orada bulunmak, havasını suyunu bilmektir.
Yaşadığımız sürece edineceğimiz en büyük tecrübeler insanlar ile olanlardır. Çünkü biz sürekli insanlar ile iletişim halindeyiz. Ve her gün çevremizde ki insanlardan bir şey öğreniyoruz. Aldatılmayı öğreniyoruz. Kandırılmayı öğreniyoruz. Yalanı öğreniyoruz. Çıkarlar uğruna neler yapılabileceğini öğreniyoruz. Sevmeyi öğreniyoruz. Fedakârlığı öğreniyoruz. İyi ki de öğreniyoruz. Devam eden hayatımızda başımıza gelebilecek şeylerin bizi şaşırtmaması gerektiğini öğreniyoruz. İnsanlar ile yaşıyoruz edindiğimiz tecrübeler bizi olgunlaştırıyor. Hepsi ilk bakışta birbirinin aynısı gibi görünüyor olsa da hiç kimse bir diğerine benzemiyor. Bize hissettirdikleri duygular ile ayırt ediyoruz insanları.
Bizi mutlu eden insanlara daha çok sahip çıkmayı, daha çok güvenmeyi öğreniyoruz. Tecrübelerimiz bize şunu diyor, hayat kısa. Seviyorsan eğer daha çok söylemelisin. Seni üzüyorsa birileri, sana sıkıntı veriyorsa bir şeyler kestirip atabilmelisin.
Güvenini kırıp arkandan iş çeviriyorsa insanlar bu da hayatın gerçeği deyip tebessüm ederek büyüme hanene bir tık daha atabilmelisin ki olgunluğun ne demek olduğunu fark ettirebilesin.
Her gün yeni bir gündür.

Yaşam enerjisi,



Cumartesi akşamı bütün kızlar toplandık. Hayattan konuşurken laf dönüp dolaşıp süper starımıza geldi. Ölmeden önce kesinlikle canlı performansını izlemek istiyoruz. Kuvvetle muhtemel 70’li yaşlar da. Fakat baktığımız zaman uzaktan yakından alakası yok. İçimizden biri dedi ki imkânı var. İmkân var evet, imkânı kullanabilmekte yetenek değil midir?
İnsan hangi yaşta olursa olsun içinde ki enerjiyi köreltmemeli. 18 yaşındaymış gibi yaşayabilmeli. Elbette ki bunu yaparken abartılı olmamalı. Yakışanı yaparak olmalı. Fakat o gençlik enerjisi, ışığı yitirilmemeli. İmkânlar, şartlar hiçbir zaman muhteşem olmayacak böyle bir dünya yok. Asgari müşterekte kendimiz için elimizden geldiğince gülüşümüzü eksik etmemeliyiz.
Çünkü dibe vurmak çok kolaydır. Zor olan her şeye rağmen gülümseyebilmektir. Depresyona girmek istiyorsak yapacağımız işlem çok basit. Zaten hava kasvetli, gri, soğuk. Tam depresyon havası.  Mango da gördüğüm bluzu alamadım ile başlayabiliriz. Ödemeler gelmedi. Para sıkıntısı var. Bizim kızın aklı bir karış havada. Bu çocukları nasıl büyüteceğiz. Evin mutfağı birazcık daha geniş olmalıydı gibi başlarsak ortalama 15 dakika sonra isyan derken buluveririz kendimizi. Oysa mevcut şartlarımızı düşünerek mutlu olmayı denersek gerçekten zorlanırız. Çünkü biz aklımızdan şükürler olsun derken diğer taraftan egonun sesi duyulur. Neye şükrediyorsun. Neyin var. Bir baksana etrafına ne kadar eksiksin diye konuşmaya başlar. Hem şükretmek, hem egonun söylemlerini çürütmek gerçekten zordur. Sanırım egosunu hiçe sayan insanların yaşam enerjileri yüksektir.
Yaşam enerjimizi keşfetmek için yapacağımız şeyler aslında çok basit.
Yaratılmış olan her şeye saygı duymak,
Şükretmek,
Öfkelenmemek,
Hayata güvenmek, ( bizi yaratan hayatımızı idame ettirebilmemiz için tüm imkânları sunmuştur. Ve yaşadığımız sürece de o bizim için gerekli olan her şeyi düşünmüştür.)
Dürüst olmak.
Çok kullanılan bir deyim vardır başını yastığa koyduğun zaman huzur ile uyuyabiliyorsan gerçekten mutlusundur. Çünkü kaygıların yoktur. Endişelerin yoktur. Kimseyi kırmamışsındır. Yaratana güveniyorsundur.  Vicdanın rahattır. Herkesin en büyük kontrol mekanizması da zaten vicdanıdır. Hiçbir dış etken onun kadar etkili değildir. Tabii vicdanının sesini duyabilenler için.
Tebessümlerimizi esirgemeyelim ki enerjilerimiz çoğalsın ;)

Töre..



Tam karşılığını bulamadığım tek kelime olsa gerek. Töre… Nedir töre?
TÖRE: Bir toplulukta benimsenmiş, yerleşmiş davranış ve yaşama biçimlerinin, kuralların, görenek ve geleneklerin, ortaklaşa alışkanlıkların, tutulan yolların tümü.
Kelime anlamına baktığımız zaman evet toplumsal düzeni sağlamak için gerekli olan kurallar diyebiliriz. Peki, hangi töre de kendi aile bireyleri tarafından tecavüze uğrayan bir kadını öldürmek adil. Neden töreler hep kadınlar üzerinden işliyor ya da neden töreler hep mağdur olanı cezalandırıyor. Bu sabah okuduğum bir haber ile sarsıldım. Kuzenleri tarafından tecavüze uğrayıp hamile kalan bir genç kız aile büyükleri tarafından alınan karar ile töreler gereği öldürülüyor. Tecavüze uğradığına mı üzülmeli, korku ile sindirilmesine mi üzülmeli yoksa infaz edilmesine mi?
Toplum düzeni için sadece yasalar yetmiyor. Bu gerçek. Yasalar, toplum kuralları, ahlak kuralları, insani değerler hepsi bir arada yürümeli birinin yetmediği yerde diğeri devreye giriyor fakat bu kuralları kim neye göre belirliyor. Ortada bir suç varsa bunun cezası olmalı tamam fakat onlarca genç kız kimisi sevdiği için, kimisi tecavüze uğradığı için, kimisi aile baskıları sonucu evinden kaçtığı için öldürülmemeli.
Onlarca insan başkasını çok sevdikleri halde ailelerinin isteği doğrultusunda akrabaları ile evlenmek zorunda bırakılıyor.Amca çocukları için özellikle bu durum söz konusu bir tabir vardır evde kalmış kızın vebali amcaoğluna diye amcaoğlunun suçu ne, belki hayalleri var. Belki sevdiği yolunu bekleyen biri var. Hayır, önce töre var. İnsani duyguların önüne geçen kurallar topluluğu.
İntihar süsü verilen genç kızlar. Sebep, sevdi, sevildi. Veya bir sapık zihniyet tarafından tecavüze uğradı. Veya eşinden boşanmak istedi. Ardı arkası bitmeyen sebepler. Mantık çerçevesinde baktığımız zaman bize göre anormal gelen sebepler fakat bazı insanlar için olması gereken sebepler fakat her ne olursa olsun mağdur insanlar mağdur edilmemeli. Hele ki kadın olduğu için hiç kimse ezilmemeli. Ne yazık ki ataerkil bir toplumda yaşıyoruz. Her ne kadar çalışsak, çabalasak, okusak, emek versek hiçbir zaman kadın imajımız değişmeyecek.
Ortada bir suç ve konuya müdahil bir kadın varsa orada ki tek suçlu kadındır. Töre gereği kadının infazı gerekir. Çünkü tüm törelerde erkek egemendir. Erkek haklıdır. Erkek doğrudur. Erkek soyun devamıdır.
Sizin kendi kendinizi üstün göstermek için egolarınızı tatmin için uydurduğunuz töreleriniz sonucunda erkeklerin soyunu getirecek kadın olmadığında töreleriniz nasıl işleyecek bunu merakla bekliyorum.
Töre cinayetleri kural, düzen değil vahşettir.

6 Ağustos 2014 Çarşamba

El âlem ne der ?



Tüm yaşantımız boyunca hepimizin aslında kişiliklerine, yaşamlarına müdahale eden en büyük etken çevre baskısı olsa gerek. Ve ne yazık ki bu çevre baskısı, el âlem ne der kaygısı bizim kültürümüzde var. Öyle bir güç ki yediğin, içtiğin,gezdiğin, giydiğin her şey de var. Eşinde, dostunda, işinde, gücünde gözle görülemeyen elle tutulamayan yüksek yüksek duvarlar var.
Adım attığın her yerde hissedersin bunu içten içe kulağına küpedir. Büyürken illa duyarsın aman millet ne der? Ne derse desin.
Hiçbir şey ki insanların dili her şeyi söyler. Çünkü egolar, ön yargılar, ananeler hepimizin hayatında var ve olacakta biz hayata bakarken şunu düşünemeyiz. Milyarlarca insan var. Hiç kimse birbirinin aynısı değil. Bu milyarlarca insan milyarlarca farklı düşünce demektir. İnsanoğlu düşünebilen bir varlıktır. Bunun yanı sıra hissedebilen bir varlıktır. Hisler ve duygular bir araya geldiğinde ortaya çıkan milyarlarca farklı görüş olması kaçınılmazdır.
Damak tatlarımızı düşünelim. Hiç birimizin damak tadı bir diğerine benzemez. Böyle olduğu için geniş mutfaklara sahibiz. Demek ki hiç birimizin düşüncesi de bir diğerine benzeyemez. Damak tatlarına saygı duyarken neden hayat görüşlerine saygı duyamıyoruz?
Neden kimse biri ekşi yerken bunun için yorum yapmıyor da en basit örnekler ile ifade edecek olursak biri açık giyindiğinde, kapalı giyindiğinde yorum yapma hakkını kendisinde buluyor. Veya evlenirken, boşanırken yorumlar yapıyor. Veya oturup, kalktığı insanlar hakkında yorum yapıyor. İnsanların hür iradeleri vardır. Bunu kimse engelleyemez. Bu hür irade kapsamında kişiler başkalarının hak ve hürriyetlerini kısıtlamadıkları sürece cezai suçlar işlemedikleri sürece hayatlarını diledikleri gibi sürdürme hakkına sahiptirler.
Kendi vicdan muhakemenizi yaptığınızda rahatsanız. Kimsenin etik kurallarına, kişilik haklarına müdahale etmiyorsanız.  Toplum kurallarını gözetiyorsanız. Yaşadığınız hayat sizindir ve el âlem ne derse desin hepsinin canı cehenneme deyip yaşamlarınıza sahip çıkmalısınız. El âlemin beklentileri ve istekleri doğrultusunda yaşayacak olursanız milyarlarca düşünce içinde biri ak der biri kara dil her şeyi söyler. Geriye dönüp baktığınızda keşke’ler ile dolu dolu bir yaşam görürsünüz.
El âlem denilen toplumun bir parçası olduğumuzu düşünerek geriye kalan insanlara saygı duyduğumuz bir topluma kavuşabilmek dileği ile.

Nefes



Bir nefesliktir ömür…
Ya verirsin alamazsın. Ya alırsın veremezsin.
Hayat bu kadar kısayken kaybolup gittiğimiz dünya telaşı denilen saçmalık nedir peki? Hizmetkârı olduğumuz egolar, çıkar savaşlarımız, tartışmalar, kavgalar, gürültüler. Boşuna tükettiğimiz ömürlerimiz.
Erenler dünya telaşına kapıldıklarını hissettikleri zaman mezarlıklara giderlermiş. Toprak olacaklarını unutmamak için. Topraktan gelip toprağa döneceğimiz bu kısacık yolculukta gaflete düşüp daraldığımız, isyan ettiğimiz, kederlendiğimiz her anda ruhumuza üflenmiş nefesi hissedip tebessüm edebilmeliyiz. Gözümüzde büyüttüğümüz her şeyin gerçek sorumlusu bizleriz. Yaratılmış olan evrene şöyle bir bakın. Yer de gökte yaratılmış olan her şey insanoğlunun hizmetine sunulmuş. Bir karıncanın bir çiçeğin rızkını yaşamını düşünen Allah eşref-ül mahlûk diyerek yücelttiği kullarını mı unutuyor. Asla. Dünya yaşamını zorlaştıran bizleriz. Fakat farkında değiliz.
Bilir misiniz firavun tüm yaşamı boyunca bir kez olsun Allah dememiştir. Çünkü yaratan onun sesini bile duymak istememiştir bu yüzden ihtiyacı olabilecek her şeyi fazlası ilevermiştir. Eğer ki yolunda gitmeyen bir şeyler varsa hayatınızda bu sadece Allah’a sığınmanız için işarettir. Der ki, Allah’tan korkun. Çünkü Allah’tan korkmazsanız kulundan korkarsınız. Oysaki herkes eşittir ve korkmanız gereken sizi annenizden daha çok seven yaratandır. Sizin her ihtiyacınızı sizden önce bilen fakat sadece istemenizi bekleyen yaratandır.
Kısacık ömürlerimizde topraktan gelip toprağa döneceğimiz ve hiçlik makamına ereceğimiz hayatta “beni yaratan yolumu elbet gösterir” ( şuara / 78 ) ayetini unutmayarak ve sadece ondan korkup ona sığınarak yaşam kalitemizi arttırıp saf sevginin güzelliğini fark ederek yaşayabilmektir asıl olan. Dönüp baktığımız zaman geriye kalan tek şey sadece sevgi.
Siz birilerinin hayatından çıkıp gidersiniz fakat geri de kalanlar yüzünüzü, kaşınızı, gözünüzü unutsa da hissettirdiğiniz duyguları asla unutmazlar.
Adınızın geçtiği yer de tebessüm ve sevgi ile anılanlardan olabilmeniz dileği ile…

Hoş geldin,

Mutluluk anlıyorum ben bu karşılama kelamından. Evimize, ocağımıza, ziyaretimize gelen insanlar için kullandığımız deyimlerden biri hoş geldin. Ve dünyada tüm dillerdeki en güzel karşılama sözcüğü. Memnuniyet, tebessüm, şükran; özetle diyoruz ki şenlendirdin ruhumu.
Neden?
Durup dururken, dünya katliamlar ile çalkanırken hoş geldin ilgimi çekti. Hayatta hoşluklar olduğunu hatırlayalım istedim biraz. Umut olsun. Işık olsun bizler için. Bilelim ki hayatta güzel şeyler var. Ve gerçekten istersek bir şekilde hiç beklemediğimiz hoşluklar sunuyor evren bize. Biz temenniler ile yaşarken bir bakıyoruz ki karşımızda duruyor temennilerimiz.
Farkına varabilirsek evrenin cömertliğine şükrediyoruz. Farkına varamazsak şimdi ne olacak kaygıları ile tüketiyoruz hayatı. Sonra bir bakıyoruz ki yine temenniler. Oysaki evren dile gelse ilk söyleyeceği şey gözlerinizi açıp etrafınıza bakın olacaktır. Filmler de geçmişe dönüp kareleri gösterirler. Ve sonra an’a geri dönüp neden olduğunu gösterirler. Bizim böyle bir şansımız olmadığı için kendi farkındalıklarımızı yaratmamız gerekiyor.
Girdiğiniz bir ortamda karşınıza çıkan insanlardan aldıklarınıza bakın. Yüreğinizi coşturan biri veya birileri varsa peşlerinden gidin. Allah’tan isteyin, dileyin. O, insanların çevrenizlde olmasını dileyin. Veya bir işe niyetlendiğinizde içinizde bir coşku hissediyorsanız peşinden gidin. Önce niyet edin. Ki hepimiz güzelliği diliyoruz. Ve bekleyin. Evren size minnet duyacağınız şeyleri getirsin.
Sonrasında hayatınıza hiç beklemediğiniz fakat hayal ettiğiniz biri girerse tüm yüreğinizle önce ona hoş geldin deyin. Sonra evrene minnetinizi gösterin. Hayalini kurduğunuz bir şey gerçeğe dönüyorsa kocaman gülümseyin. Hayatınıza kabul edin. Memnuniyetinizi evrene hissettirin. İster şükrederek, ister sadaka vererek illa bir hoşluk yapın. Çok alakasız olacak belki fakat alakasız olacak belki fakat ben bugün o çok özel adama HOŞ GELDİN diyorum. 
Önce tüm bekleyenler için duam melekler dualarınıza âmin desin ve hiç beklemediğiniz anda coşsun yürekleriniz. Sonrasında Allah daim etsin.

5 Ağustos 2014 Salı

Bir el değer ruhunuza



AŞK dersiniz adına,
Dünyanın en güzel, aynı zamanda en acımasız duygusudur aşk. Fakat güzelliklerine bakalım. Acısı bir tarafta dursun. Bizden de uzak olsun.
Değdiği her yeri güzelleştirir aşk. Rengârenk oluverir dünya, bir anda çiçek bahçelerini görürsünüz. Tüm siyahlar, griler kaybolur hayattan. Gözleriniz ışıldamaya başlar. İnsanın özü saf sevgidir. Ve aşk size kendinizi fark ettirir. Her gün geçtiğiniz yollar bile anlam kazanır. Yüzünüze bir tebessüm yerleşiverir. Saçınız, yüzünüz, sözünüz her şey başkalaşır.Aynaya baktığınız zaman gördüğünüz sizi tanıyamazsınız. Çünkü aşk dokunmuştur size.
Farkında olmadan şiirlere, şarkılara dalarsınız. Sevgiliye en güzel hitabı bulmak istersiniz. Hem güzel olsun. Hem özel olsun. Tek kelime olsun dersiniz. Öyle bir kelime ki tüm kalbimi bir anda anlatıversin. Can mı desem, canan mı desem.Hayatım mı desem, dünyam mı desem. Hiçbir kelime yetmez onu tasvire. Her şey yarım kalır. Yavan kalır. Çünkü o anlatılamayacak kadar özeldir. Tüm âlem bilsin der bir yanınız. Diğer yanınız gizler saklar. Korkar nazardan kem gözden. Özlersiniz bir gün görmeyince. O günü yaşamış saymazsınız. Bir yandan gülersiniz halinize, diğer yandan böyle olmalı dersiniz. O olmalı. Görmeliyim yârimi, yarımı.
Hayat daha bir anlam kazanmıştır. Yar gelmiştir. Bir el dokunmuştur ruhunuza. Değdiği her yer cennet bahçelerine dönmüştür. Daha güçlüsünüzdür. Daha özgürsünüzdür. Daha bir güvenirsiniz kendinize. Çünkü sizin bir limanınız olmuştur.Korkularınızdan, kaygılarınızdan kaçıp ona sığınırsınız. Düşünemediklerinizi düşündürür. Sihirli bir değneği vardır yârin. O bir dokunur yepyeni sayfalar açılıverir.  Süper güçlüdür, kahramanınızdır. Siz onun varlığı ile taçlanırken diğer yandan da karşınıza çıkarana şükürler edersiniz. Tüm kalbinizle herkes için dilersiniz.
Aşk olsun, aşk ile dolsun dünya.

Adalet

Haber programlarını yakından takip etmediğimizi düşünüyorum. Az çok hepimizin düşüncesi aynı. Katliamlar, cinayetler, tecavüzler, trafik kazaları ne yazık ki baştan sona ruhumuzu daraltan haberler hepimizin psikolojisini bozuyor. Fakat gözden kaçırdığımız çok şey oluyor. Hepimizin severek dinlediği Türkiye de duayen olan bir isim silahlı saldırıya uğramıştı. Bu davanın sonucunda azmettirici şahsın aldığı ceza 36 yıl 6 ay.
Buraya kadar hiçbir sıkıntı yok. Eğer bir insan bir cana kastediyorsa en ağır cezayı almalı. Fakat bir insan bir cana kıyıyorsa cezası ne olmalı?
Günlerce kafası zengin bir iş adamının oğlu tarafından kesilerek öldürülen gencecik kızın cinayetini konuştuk. Dava sonuçlandı. O, çok ünlü işadamının oğlu sadece 24 yıl ceza aldı. Ve tabii indirimler ile toplam cezası 14 yıl.
İki olayda da ünlü ve paranın gücüne sahip taraflar var ve dava sonuçlarına bakınca da ister istemez şunu düşünüyorum. Paran kadar mı insansın. Sıradan bir vatandaşın canına kastedildiğinde neden gerçekten ceza verilmiyor. Çok karşılaşıyoruz. Tecavüz, darp, hırsızlık, taciz gibi olaylar sonucunda tutuksuz yargılanmasına karar verildi söylemleri ile. Canımızı yakan birine bunun bedelini ödetmek için illa gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda boy gösteren ünlü biri mi olmak gerekiyor. Veya bu ülke de varlıklı bir aileye mi mensup olmak gerekiyor.
Bir adalet sistemi varsa ve Allah katında herkes eşitse kimsenin hakkı yerde kalmamalı.
Hz. Ömer’in dediği gibi “Adalet olmadıkça yönetimin faydası olmaz.”

4 Ağustos 2014 Pazartesi

An

Öyle anlar vardır ki belki bir ömür o an'ı beklersiniz. O an tüm hayatınız değişir mi? Evet, değişir. Tüm gün delicesine çalışmışsınızdır. Yorgunluktan ölürken aklınızdan geçen tek şey eve gidip bir an önce uyumaktır. Biraz dinlencenin ardından çalan telefonlara isteksiz cevaplar verirsiniz. Sizin için sıradan bir gündür. Sonra bir arkadaşınız arar, kıramazsınız. Bir fincan kahve eşliğinde iki lafın belini kırarken gördüğünüz bir kare tüm yaşantınızı, eğrilerinizi, doğrularınızı alt üst eder. O karede bir adam vardır. Tüm dünya durur. O an aklınızdan tek bir şey geçer. Bu adam o, o benim olmalı. O andan sonra her şey değişir. Yeşiller daha yeşil, güneş daha parlak, çiçekler daha canlı, çocuklar daha şen, hayat daha güzel. İçinizdeki çocuk kıpır kıpır, kımıl kımıl, durdurmazsınız. Sürekli bir kudurası vardır. Zaptedilmez. Durdurak bilmez. Sürekli o adamı anlatasanız vardır. Herkes bilsin. Herkes duysun. Hiç bitmesin. Herkese nasip olsun diye de dualar edersiniz.
Öyle güzeldir ki o adam, hele bir gülüşü vardır ki kelebek görse ömrü uzar.
Ilk gördüğüm günden bugüne hala ağzım kulaklarımda. Şükürler olsun aşk varlığına, sonsuz teşekkürler..

Bir an da değişir hayat yeter ki inanç olsun. Güven olsun evrene, Allah daim etsin bizim için, nasip etsin herkese.

Nazım'dan