6 Aralık 2015 Pazar

Schindler'in listesi


Yahudi soykırımını anlatan gerçek bir film.
Bugüne kadar methini çok duymuştum. Fakat izlemek kısmet olmamıştı. Yaklaşık üç saat süren insanı duygudan duyguya sürükleyen bir yapıt. İzlerken insanlığımdan utandım.
Bu dünyada tartışmasız en büyük zulüm yahudilere yapılmıştır. ( Kadınlara ve Müslümanlara yapılan zulümler insanlık var oldukça devam edecek bunu belirtmeye gerek yok )
Günümüze geldiğimizde nefret ile anıyoruz ya yahudileri hata ediyoruz. Filmi izlerken empati yaptım. Minicik çocukların gözleri önünde babaları, anneleri, sevdikleri öldürülüyor. Hayatta kalanlar elbette kendilerine yapılanı unutmazlar. Ve bir yolunu bulduklarında bunun intikamını almak isterler. Savaş döneminde Oskar Schindler adında Alman iş adamı para ile yaklaşık 1100 yahudiyi alıp istihdam sağlayarak hayatlarını kurtarmıştır. Günümüzde Polonya yahudileri olarak bilinen insanlar Schindlerin yahudilerinin soyundan gelmektedirler. Belki de yahudilerin zenginliğinin asıl sebebi güçlü olmak zorunda hissetmeleri. Çünkü günümüzde para, güç ile doğru orantılı. Ve onların hayatını kurtaran da zengin bir adamdı. Hatta tüm parasını onları kurtarmak için harcamış bir adam.
"her kim bir can kurtarırsa, bütün insanları kurtarmış gibi olur " Maide-32

30 Kasım 2015 Pazartesi

yâr..



 
Zaman geçer, ömür geçerNergislere güllere
çayıra çimene
Hayat oluveririz yâr
Nergisin kokusu sen
Gülün kokusu ben oluruz
Özledim dedi kadın
Alışmalıyız dedi adam
Alışmak zorunda değiliz dedi kadın
Ben sensiz hayatımı kabullenip yaşamaya çalışacağım dedi adam
Kadın avaz avaz bağırdı
İçinde senin olmadığın hayatı ben neyleyim yâr
Adam duymadı
Yüreğini alıp gitmişti
Yada gider gibi yapmıştı
Zaman geçecek
Ömür geçecek
Nergislere güllere hayat vereceğiz
Yaşarken birbirimizden esirgediğimiz hayatı..

25 Kasım 2015 Çarşamba

25 KASIM


Hiç duydunuz mu 25 Kasım tarihini?

25 Kasım, kadına yönelik şiddete karşı uluslararası mücadele günüdür. 1999 yılında BM tarafından ilan edilmiştir ve tüm dünyada farkındalık yaratmak adına yürüyüşler, protestolar vs. yapılmaktadır. Bu günün 25 Kasım olmasının nedeni: 1960 yılında Dominik Cumhuriyeti diktatörlük ile yönetiliyormuş. Mirabal kardeşler diye bilinen üç kız kardeş yönetime karşı olduğundan dönemin başkanı bir açıklama yapıyor, ‘Ülkede iki tehlike var. Biri kilise, biri Mirabal Kardeşler'. Bu açıklamadan sonra üç kız kardeş tecavüz edilerek hunharca katledilmiş. Ne kadar uzak değil mi bize, okurken tüylerimiz diken diken oluyor. Şükürler olsun ki bizim ülkemizde böyle şeyler yok. Çünkü bizim ülkemizde kadının adı yok. Peygamberimiz veda hutbesinde 'kadınlarınız size Allah'ın emanetidir' demiş fakat ya anlamadık, ya yanlış anladık, ya da işimize gelince Müslümanız. Zira dünya sıralamasında, kadın erkek eşitliğinde 136 ülke arasında 120. sıradayız.

Kadın cinayetlerinde 41 ülke arasında 13. Sıradayız. Her gün mutlaka bir kadının ölümüne tanık oluyoruz. Aşırı sevgiden ölüyorlar. Katilleri bu sebepten indirim alıyor. Niye öldürdün? Aşırı seviyordum. İnsan sevdiğine bakmaya kıyamaz, öldürmek nasıl bir sevgi diyen olmuyor tabii..

Karısı boşanmak istedi diye kezzap ile yakıyor insan türünün erkeği, hoş erkek demeye de, insan demeye de hele adam demeye hiç dilim varmıyor. Fakat hayvan dersem hayvanlar alınır sözüme zira hayvanlar aleminde hiç bir erkek, dişisini öldürmez..

Şiddet sadece ölüm değil elbet nereden başlasam anlatmaya bilmiyorum fakat bildiğim tek şey kadın olmak zor zanaat bu hayatta. 1-0 yenik başlamışız. . Çünkü bir gece geçer kız iken kadın oluruz, kocamız ölür dul oluruz, adımız sürekli değişir durur. Tüm küfürler üzerimizden geçer. Hep cinsel objeyizdir. Bir erkek isterse alır bizi karısı oluruz, çocuklarının anası oluruz. Tecavüze, tacize uğrarsak susturuluruz. Çünkü dişi köpek kuyruk sallamazsa, erkek köpek peşinden gitmez diye empoze edilmiştir bilinçaltımıza. Oysa kediye tecavüz eden hasta zihinler ile aynı kara parçasında yaşıyoruz. Ve ne yazık ki biz sustukça onlar uçkurlarını sallayıp geziyorlar. Kadın, dişi, avrat, hanım, hatun, ayel, bayan her ne sıfat kullanılırsa kullanılsın hepimiz önce insanız. Hepimiz anayız ve tüm insanlık bir anadan doğmuştur.

Lütfen çevrenizde türü ne olursa olsun şiddete maruz kalan bir kadın var ise yardım isteyin. Eksik etek diye tanımlanıp eksik olduğuna inandırılmış olsa da kimse sahipsiz değil bu hayatta. İnanın, inandırın bir hayat için el uzatın. ‘KADINA SIDDETE HAYIR’ diyelim..

23 Kasım 2015 Pazartesi

öyle işte..

İnsanlar acılarını uzun uzun anlatamazlarmış.
Bize hep acı anlatıldıkça azalır diye öğrettiler.

Koca bir yalanmış. Can'ınızı acıtan her ne ise aslında anlattıkça azalmıyor. Bir insanın canını en çok acıtan sevdiğini kaybetmektir. Aksini tecrübe etmedim bu hayatta naçizane fikrimdir. Para kaybedersiniz, üzülürsünüz, tekrar kazanırsınız, kısmet, nasip, rızık dersiniz tolere edersiniz.
Hayal kırıklığına uğrarsınız, bir iki sızlanırsınız unutursunuz. Sevdiğiniz bir eşyayı kaybedersiniz, yenisini daha güzelini alırsınız iyi ki kaybolmuş dersiniz. Fakat sevdiğinizi kaybederseniz, ne unutursunuz, ne nasip kısmet demeye diliniz varır, ne de yerini doldurabilirsiniz. Soranlara öyle işte dersiniz, öyle..
Anlatsanız yüreğinize sığmaz, dilinizden hep iyilikleri dökülür, güzellikleri kelimelere yerleşiverir. Hatıralar bir bir uçuşur gözlerinizin önünde, kokusu burnunuza, sesi kulağınıza gelir. Yarım kalmış bir hayat canlanıverir uzaklarda, gözleriniz dalar gider. Nefesiniz kesilir, kalbiniz sıkışır, burnunuzun direği sızlar, gözlerinize iki damla yaş dolar, derin bir nefes alır öyle işte dersiniz.. Hava da pek değişken oldu. İnsan ne giyeceğini bilmiyor Ya da çoluk çocuk nasıl diye bambaşka kanallara geçersiniz. Gün geçer de akşam olur ya, asıl o zaman başa döner. Ahh be dersiniz gitmeseydin, yitmeseydin. Ne güzeldi her şey, güzel olan her şey seninle gidiverdi. Karşınıza gelse otursa anlatsanız ona onsuz her şeyi, yarım, eksik, yıkık, dökük.. Sıcak ekmek kokusu o kadar da güzel değilmiş, deniz'in mavisi solmuş, çayır çimen kaybolmuş, çayın, kahvenin tadı yavanmış. Sensiz içilen tütün bile harammış.
Bir varmış bir yokmuş diye başlayan tüm masallar doğruymuş... Bir VARMIŞ, bir de YOKMUŞ..
Hayat kısaymış, sevgi bakiymiş.. Daha çok sevseymişim, daha çok koklasaymışım, daha çok sarılsaymışım, bak işte bugün yok olmuş dememek için, sevmekten, söylemekten, sahip çıkmaktan korkmayın. Acının rengi nedir bilmem fakat tarifi öyle işte..

22 Kasım 2015 Pazar

ya sonra?


Bu sabah kuaförde gördüğüm bir hanım aldı götürdü beni hayatın en gerçek haline.
Gördüğüm hanım bir bankanın şube müdürü idi, yaklaşık 10 yıl önce. Şimdi emekli olmuş. O zaman aşırı havalı, “her şeyi ben bilirim insanlar siz kendinizi ne zannediyorsunuz” edasında gezinirdi, insanlar ile konuşmaktan imtina ederdi.  Bu sabah gördüğüm hanım ise alabildiğine sıradan, mütevazı, teyzeciğim nasılsınız deme hissi uyandıran yurdum insanıydı.
Ne değişmiş, titri alınmış. Bugün bile yurdum sıralamasında ilk üçte yer alan bankanın, büyük şehir, büyük şube müdürü etiketi gitmiş. Ye kürküm ye bitmiş. Öz kimliğine bürünmüş. Velhasıl kelam hepimiz aynı gaflette değil miyiz yaşarken.
Aslında unuttuğumuz öz kimliklerimize dönünce başkası mı oluyoruz? Kendini bilen insan farkındadır ki para, mevki, makam ve hatta yaşam geçicidir. Asıl olan samimiyet, güven, doğruluk, iyi niyettir. Ölsek arkamızdan iyi insandı dedirtir.
Yavuz Sultan Selim halife olduktan sonra Osmanlı’da paşalar tarafından padişaha söylenen bir söz vardır 'mağrurlanma padişahım, senden büyük Allah var'. Hatta eski Roma’da zafer ile savaştan dönen komutan şehre girerken yanında iki kişi durur, halkın coşkusu sırasında gururlanacak komutana eğilip 'unutmayın siz Tanrı değilsiniz' derlermiş. Bugün var yarın yok olan hayatlarımızda makam, mevki, güç insana nefsini hatırlatır, özünü unutturur.
Minicik beyinlerimiz ile zannederiz ki önümüze konulan nimetlere biz sahip olmuşuzdur. Maalesef ki nefis, ego gözümüzü karartır. Bütüne bakarken detayları yitiririz.  Yaradan neyi kısmet etmiş ise o'dur yaşayacağımız. Emanetçiyiz şu koca dünyada bir kum tanesi olan varlığımız ile. Elbette ki imkânlarımız ölçüsünde yaşayacağız hayatı, fakat unutmadan özümüzü. Fatih Sultan Mehmet’in yaptığı gibi bir avuç toprak dökelim başımızdan aşağıya, topraktan gelip, toprağa döneceğimizi unutturmayalım nefsimize..

17 Ekim 2015 Cumartesi

yiyeceklerimizi paylaşalım


Avrupa da yeni başlayan gerçek bir uygulamayı duyduğum zaman şaşırdım. Bir web sitesi üzerinden evinizde fazla olan yiyeceklerinizi başkaları ile paylaşıyormuşsunuz. Sitenin amacı çöpe giden yiyecek miktarını düşürerek israfı önlemek. Siteye evinizde olan malzemeleri yazıyorsunuz ihtiyaç sahipleri gelip sizden alıyor. Burada ki ihtiyaç sahiplerinden kasıt yoksul insanlar değil. Mesela siz tatile gideceksiniz. Dolabınızda tüketilmesi gereken malzemeler var. Aynı sokakta yaşayan başka bir komşunuz da alış veriş yapmamış. Malzemeye ihtiyacı var. Gelip sizin tüketemeyeceğiniz malzemeyi alıp kullanıyor. Mantalite tamamen israfı önlemek. Çöpe gidecek olan yiyecek miktarını minimize etmek. Bu uygulama şimdilerde 13 bin civarında takipçisi ile Almanya da revaçtaymış. Birleşmiş milletler gıda ve tarım örgütü verilerine göre dünyada gıda israfı %25 oranında azalırsa 870 milyon insan doyabilirmiş.

Bu uygulamaların farklı bir versiyonu da Türkiye’de mevcutmuş. Gıda bankası diye bir sistem varmış bizim ülkemizde ben ilk kez duydum. İlk gıda bankası 2004 yılında Diyarbakır da kurulmuş. Ve ülkemiz genelinde 100 civarında gıda bankası varmış. Fakat bu gıda bankalarının işlerliği nedir bilinemiyor çünkü bir çatı altında verilere dayalı olarak toplanamamışlar.

Ülkemizde hayvan severlerin uygulamaya başladığı bir başka yöntemde çöpe gidecek olan yiyecekleri barınaklara gönderiyorlar. Siz evinizde veya iş yerinizde artık olan yemekleri vermek isterseniz www.hayvandostu.org adresinden iletişime geçiyorsunuz. Adresinizden gelip alıp barınaklara ulaştırıyorlar.

Son zamanlarda şehrimizde yapılan yeni bir uygulamaya tanık oluyorum. Ne kadar yaygın bilmiyorum fakat bir yerden başlamış olmak adına seviniyorum. Apartmanlarda atık ekmek kutuları var. Haftanın bir günü gelip kutuları boşaltıyor belediye çalışanları ve bu ekmekleri bildiğim kadarıyla barınaklara götürüyorlar.

Elimizden geldiği kadarıyla tüketebileceğimiz kadar gıda almaya çalışalım. Dünyada milyonlarca insan açlık ile savaşırken. Her 5 dakika da bir insan açlıktan ölürken ben ne yapabilirim diye düşünmeyelim. Bir ekmek tüketiyorsak bir ekmek almak ile başlayalım. Çünkü tüketim azaldıkça üretim de paralel olarak azalacaktır. Böylelikle biz bir döngü başlatmış olacağız. Ve bu zincir o kadar geniş kapsamlı bir zincir ki şöyle düşünün belki çok klişe gelecek fakat Afrika da kanat çırpan kelebeğin Amerika da yarattığı fırtınayı istiyorum söylemini herkes duymuştur.

Yapacağınız hiçbir şeyi hafife almamanız dileği ile …  

DUR(dur)MALIYIZ!!!


Şiddet = duygu ve davranışta aşırılık. /  bir gücün, bir hareketin derecesi, sertlik. / inandırma veya uzlaşma yerine kaba kuvvet kullanma.

Kadına uygulanan şiddet bunlardan hangisinin karşılığıdır bilemem fakat bildiğim tek şey kadına şiddet dünyanın her yerinde var. Ne yazık ki eğitim, kültür, inanç vb kavramlar ile de uzaktan yakından alakası yok. Kadına şiddet sadece az gelişmiş ülkelerde veya eğitim seviyesi düşük insanlarda söz konusu değil. Peki, neden şiddet?

Maskülen bir dünyada, maskülen toplumlarda yaşıyoruz. Yaratılıştan bu yana kadına karşı bir ön yargı var. Söylemlere göre kadın şeytandır. Fakat her anne bir melektir. Kadın ile alıp veremediğimiz nedir?

Erkekler neden şiddete başvurur. Çünkü en büyük sıkıntı aile içi şiddet ile başlıyor. Empati yapalım. Yoğun stres, sıkıntı, baskı altında çalışan bir erkek eve geldiği zaman şikâyetçi, memnuniyetsiz bir kadın tarafından karşılanıyorsa bunu engellemenin yolu şiddet midir? Erkek aldatılıyorsa bunun cezası ölüm müdür? Bu sorunun cevabı evet ise kadın aldatıldığı zaman “erkektir yapar” diye neden onaylanıyor. Aldatmak, karşılığı ölüm olacak kadar aşağılayıcı, küçük düşürücü bir davranış ise bir erkek neden aldatır? 

 Erkek olmak, fiziksel olarak güçlü olmak demek. Peki, bu güç, zekânın, sevginin, anlayışın yetmediği yerde kaba kuvvete başvurup yıldırmak mı demektir?

Şiddet eğilimi aile de başlar. Sevgisiz büyüyen insanlar şiddete meyillidirler. Herhangi bir kişilik bozuklukları yoksa normal aileler de yetişen insanların şiddete eğilimi görülmemektedir. Fakat şiddete eğilim kişilerin eğitimleri, çevresel faktörleri, yaşadıkları travmalara bağlı olarak değişiklikler göstermektedir. Bunları göz önünde bulundurmazsak ŞİDDET hele ki güçsüz olan KADINA ŞİDDET kabul edilemez. Kadın zayıftır. Güçsüzdür. Sindirilebilir. Hele ki anne ise evlatları için pek çok şeyi sineye çekecektir. Böyle bir varlığa şiddet göstermek, öldürmek, katletmek hiçbir erkek tarafından onaylanmayacak davranışlardır.

Çevremizde ailesi tarafından, eşi tarafından, akrabaları tarafından şiddet gören kadınlar varsa ALO 183 (Aile, Kadın, Çocuk ve Özürlü Sosyal Hizmet Danışma Hattı) telefon edelim. Ve yardım etmeye çalışalım.  

Eşimize, annemize, kardeşimize şiddet uyguluyorsak DURMALIYIZ. Bunlara tanık oluyorsak DURDURMALIYIZ.

Ben zayıfım, gidecek yerim yok, kadın başıma ne yaparım ki düşüncelerini bir tarafa atıp HAYIR diyebilmektir. Yarınlara ışık tutacak güç.

3 Ekim 2015 Cumartesi

Yenildik,


Der ki Hz. Ömer; ilim öğrenmek için dergaha gelenlere önce edebi ve ahlakı öğretirdik.. 
Eskiden okula çocuğunu kaydettiren veliler; “Öğretmen; eti senin, kemiği benim” derdi. Ve çocuklar saygıyı öğrenirdi. Karşı gelmemeyi, dinlemeyi vs vs. Peki biz ne yaptık? Benim çocuğum özel algısını bir güzel empoze ettik, zaman ile kendimizin bile söz geçiremediği bir nesil yetiştiriyoruz. Bu zavallı çocuklar asosyal, bu çocuklar özgüvensiz, bu çocuklar ne yazık ki beceriksiz. Çünkü gerçek hayattan çok uzaktalar. Biz büyükler birbirine tahammülü olmayan insanlar oluverdik. Hepimiz saldırgan, agresif, gereksiz gergin tipleriz. Hepimizin bitmeyen işleri ve acelesi var. Bizler saygıyı, sevgiyi, edebi unuttuk. Çocukların ellerine verdik teknolojiyi oyun oynuyorlar, bize de bulaşmıyorlar. İletişim kurmayı istemiyorlar. Hoş biz büyükler de istemiyoruz. Merhaba, nasılsın demeyi unuttuk. Bir insanın bir hatası olduğunda yargılamadan dinlemeyi unuttuk. Hoşgörüyü unuttuk. Herşeyden önemlisi sevmeyi unuttuk. Yaratılanı, yaradandan ötürü sevmeyi unuttuk. Sosyal paylaşım sitelerinde yediğimiz yemekleri paylaştığımız kadar, sevmeye dair güzellikleri paylaşabilsek. Hep diyorum sevgi kurtaracak dünyayı sevelim, sevdiklerimize hissettirelim. Yoksa bitmeyen işlerimiz, kronik acelelerimiz ile kaybolup gideceğiz

16 Eylül 2015 Çarşamba

Şehitler ölmez

 
Egolar, menfaatler, çıkarlar derken sönüp giden hayatlar.
Sizin hiç kanınızdan, canınızdan, hanenizin içinden ölen biri oldu mu? Eğer olmuşsa ölümün ne demek olduğunu iyi bilirsiniz. Bir evden bir can gitmişse, giderken yanında kalanlardan mutlaka bir parça beraber götürmüştür. Hayaller, heyecanlar, mutluluklar hep yarım kalacaktır. Kaldı ki bir evlat ise giden o evlat yanında anneciğini de götürür. Karnında 9 ay taşıyan, uykusundan, yemesinden, gezmesinden, işinden fedakarlıklar ile dünyaya getirdiği canı büyüten ana evladını kaybedince aynı kalır mı? 
Ve evlat ne uğruna ölüyor?
Öldürülüyor?
Birilerinin çıkarı, birilerinin anlaşmazlığı, birilerinin güç gösteri, birilerinin, birilerinin, birilerinin bitmeyen onlarca bahanesi.. Bu bahanelerin hiç biri bir ananın ahını kaldıramaz. Ve bizler maalesef aldığımız ah' lar yüzünden iki yakamızı bir araya getiremiyoruz. Allah'ın verdiği canı Allah alabilirken hangi din ile açıklarsınız 19-20 yaşında bir çocuğun canını alıp 'ŞEHİT' oldu tesellisi ile unutturmayı. Adlarını bir sokağa, parka, caddeye verip ailesine üç beş kuruş maaş bağlayıp devletin gücünü gösterdiğinizi nasıl söylersiniz? 
Empati yapıyorum. Maalesef eksik kalıyorum. Aklım, mantığım almadığı için kendi adıma hiç bir avuntu bulamıyorum. Eğer ki bir onur mücadelesinin içindeysek, biz Nene Hatunun torunlarıyız. Kadınız deyip kenara çekilmeyip, erkeklerimizin yanında dağ gibi durmasını biliriz. Fakat bu sadece üç beş kıt akıllının gövde gösterisi ise pis ellerinizi çekin çocuklarımızdan.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Güven


İlk doğduğunuz günü hatırlıyor musunuz? 
Elbette hayır. Sadece yaratıldınız. Sizi yaratan sizin için her şeyi düşünerek doğmanızı sağladı. Aklınızın bile ermediği bir hal ile dünyaya geldiniz. Hiçbir korkunuz, egonuz, hırsınız yoktu. Saf, masum, tertemiz yaratıldınız. Şimdi dönüp baksanıza bir o halinize. Bir an olsun içerisinde olduğunuz her şeyden sıyrılıp hayal edin. Şu an ki aklınıza mantıklı gelmiyor değil mi?
Kıçını temizlemekten aciz zavallı bir varlıkken, şimdi kalkmış hırsları ve egoları ile boğulmuş. Sevmenin, değer vermenin, sağlığın ne olduğunu unutan yaratıklar olmuşuz. Ne kötü. Çünkü biz büyüdükçe bizimle birlikte büyüyen ilk gün kisaflığımızı bizden alıp götüren egomuz var. El âlem ne der var. Mahalle baskıları var. Korkularımız var. Hırslarımız var. Bizi bizden uzaklaştıran bambaşka birini yaratıyoruz içimizde. Hani derler ya içindeki çocuğu kaybetmeyen insanlardan zarar gelmez. Çünkü o insanların hala bir yanı saftır. Kandırırsınız, kırarsınız, elinden şekerini alırsınız. 
İlk doğduğunuz ana dönmeye çalışın. Hırslarınızın gözlerinizi kör etmesine izin vermeyin. Sevdiklerinizi daha çok sevin. Artık öyle bir dünyada yaşar olduk ki çıkarsız, yalansız, beklentisiz kimse kimseyi sevmiyor. Evrene güvenin. Sizi tüm çıplaklığınız ile yaratana güvenin. Emin olun ki “sizi yaratan, yolunuzu elbet gösterecektir.” ( şuara 78. Ayet) 
Kaygılarınız bir tarafa bırakın. Varsa kısmetinizde yel getirir, el getirir, sel getirir. Yoksa kısmetinizde yel götürür, el götürür, sel götürür. Siz ruhunuzda var olan nefesi hissedin. Keramet kulunda değil yaratandadır unutmayın.


27 Mart 2015 Cuma

Anlamak


“iki şey pek korkunçtur. Anlaşılmamak ya da yanlış anlaşılmak”
Hepimiz bir şeyler anlatırız fakat gerçekte ne anlatmak istediğimiz sadece karşımızdakinin anlayabildiği kadardır. Ne duygularımızı tam olarak ifade ederiz. Ne de düşüncelerimizi.  Çünkü hissettiklerimizin yoğunluğunu sadece biz biliriz. Düşüncelerimizi de anlatırken tam olarak ne düşündüğümüzü biz biliriz. Ne kadar ifade edersek edelim kimse bizim gibi düşünemez. Boşuna çabalarız. Ve boşuna kızarız. 
Ülkemiz de yaşananlara baktığımızda gördüğümüz tablo da bu. Herkes kendi düşüncesini kabul ettirme çabasında. Yanlış üsluplar kullanılmakta ve her geçen gün insanlar biraz daha gerilmekte. Oysaki biraz ılımlı olmak lazım. Karşıdaki ne söylüyor. Neden böyle söylüyor durup düşünebilmek anlayabilmeye çalışmak lazım. Herkesin düşüncesi kendince doğrudur amenna fakat herkes benim düşüncem deyince uzlaşmak mümkün değildir. Birileri çıkıp ak der diğerleri çıkıp kara der. Kimse birbirini dinlemezse ak kara birbirine girer. Sonuçlarının bedelini hiç birimiz ödeyemeyiz. 
Çevremizdeki herkesi bu noktada uyaralım. Birbirimizi kırmak alt etmeye çalışmak yerine dinlemeyi deneyelim. Ve anlamaya çalışalım. %100 anlamamız mümkün değil. En azından %40 oranında da olsa birazcık yapıcı olalım. 50 yıl öncesinde, 30 yıl öncesinde bu ülke de yaşananların bedelini pek çok insan haklı veya haksız canı ile ödedi. Geride kalanlar acılar ile büyüdü. Yarınlarımız için bir olmasak bile birlik olabilmeyi deneyelim. 
Her şeyden önce hepimiz insanız. Yaşamımızı devam ettirirken de başka insanlara ihtiyacımız var. Komşumuz, arkadaşımız, eşimiz, dostumuz biz hep birlikte bir bütünüz. Birbirimize sahip çıkabilelim.

26 Mart 2015 Perşembe

Tecavüz

Bir insanın başına gelebilecek en aşağılayıcı duygu olsa gerek. Tecavüze uğramak. İsteğinin dışında bedenine, ruhuna, benliğine saldırılması. Bir insanın hayatında muhtemelen o günden sonrası yoktur. Tüm insanlara olan güvenini yitirmek. Kâbuslar ile uyanmak. Kendine olan inancını yitirmek.
Ben empati yapamazken bunu yaşayan bir insanın ne hale geldiğini düşünemiyorum. Peki, ülkemiz de tecavüz suçları hakkında fikrimiz var mı?
Çok yakın geçmişte 14 yaşında tecavüze uğrayan bir kız çocuğunun davası ile ilgili süreci hepimiz duyduk. 5 kişi insan demeye dilim varmıyor. Serbest bırakıldı. Tecavüz eden kişi bunun bence beden olması, kişilik hakkı olması, kişilerin özel mülkü olması bir şeyi değiştirmez hastadır. Tedaviye ihtiyacı vardır ve toplum içerisinde yaşamaması gerekir. 
Ne yazık ki bizim ülkemiz de suç olarak görülmüyor. Tecavüz ettiysen öldüreceksin ceza alacaksın veya tecavüz ettiysen o insan ( kadın ) ile evleneceksin aklanacaksın.  Ya tecavüze uğrayan erkekler veya erkek çocukları. Hayatlarının sonuna kadar toplum tarafından dışlanan, ezilen insanlar. O kadar ucuz ön yargılarımız var ki çok kolay yorum yaparız her konuda bir insana çok kolay yaftalar yapıştırırız. Dalga geçeriz, ezeriz. Hiç düşünmeden. Aklımızın ucuna gelmez nasıl bu hale geldiği sorgulamayız. 
Biz bana dokunmayan yılan bin yaşasın ile hareket ederiz. Ya o yılan bir gün bizi zehirlerse ne olacak. Bunu hiç düşünmeyiz. Tecavüze uğramış. Namussuz. Gör ki ne yaptı. Tecavüze uğrayan suçludur. Tecavüz eden değil. Doğu da bilmediğimiz öyle hikâyeler var ki insanlığımızdan utandırıyor. Gencecik bir çocuk akrabalarının tacizine tecavüzüne uğruyor ve üzerine canı ile bedel ödüyor. 
Toplum olarak öncelikle yapmamız gereken evlatlarımızı doğru eğitebilmek. Bizim tabu olarak gördüğümüz cinselliği önce aile içerisinde anlatmamız lazım. Hastalıklı nesillerden korunabilmemiz için. Duyarlı olmaya çalışalım. Çocuklarımızı en iyi okullarda okumaları için at yarışı gibi o kurstan ötekine koşturmadan önce insan olabilmenin nasıl bir erdem olduğunu öğretelim. Eğitim sadece diploma demek değildir. Eğitim hayatın her anında her alanında önce insan olmakla başlar.

25 Mart 2015 Çarşamba

Namus

DİN, NAMUS, KADIN
Ve bunların hepsini bir araya toplayan SİYASET,
Her seçim döneminde ortaya atılan gündemleri alt üst eden hep aynı türden haberler. 
Milletimin vekili bir kadın çıkıp diyor ki; başörtüm ile meclise girebileceğim. Şükürler olsun bundan sonra kirlenmeyeceğim. Böyle bir cümle kurarak başörtüsü kullanmayan hem cinslerini kirlenmiş ilan edecek kadar umarsız. Ne yazık ki;erkek iktidarı altında kendisine yer bulmuş. Bulduğu yerin elinden gideceği korkusu ile sivrilme çabasında kukla. 
Her geçen gün daha karmaşık bir hal alan dünyada insanın sığındığı limanı yaratıcısıdır. En yumuşak karnı da dolayısı ile dindir. Kaldı ki eğitim seviyesi düşük ülkelerde en kolay kullanacağınız silahta dindir. Çok çaba harcamanıza gerek yok. Alt yapı zaten hazır. Sizin yapacağınız tek şey koordineli çalışmak. Hele ki elinizin altında sorgulamayan, araştırmayan bir toplum varsa ohhh şahane. Yayıverin başımıza taş yağacak nidalarını, okuyup ne olacaklar. O okullarda neler öğretiliyor. Bak gördün mü bilmem kimin çocuğu küpeler takmış, dövme yaptırmış. Yoldan çıkmış. Hemen üç cümle ile yayılıveren fısıltı haberleri. Muhteşem malzeme cehalet ve din.
Ve ve ve asıl konumuz. Cinsiyeti olmadığı halde telaffuz edildiğinde akla ilk kadını getiren kavram NAMUS.
Hele ki, ortada o kadar namussuz erkek varken sadece kadını itham eden bu kavramı çok aşağılayıcı bir şekilde kullanan zihniyetler ile çevrili olduğumuzu fark ettiğimiz halde sessiz kalıyor olmak çok tehlikeli. Bugün şöyle bir göz attığımda yapılan araştırmalara göre dünya sıralamasında PEDOFİLİ de ilk 7. Ülkeyiz. 13 yaşında bir çocuk tecavüze uğradığında kendi rızası ile oldu diyen koca koca adamlara itibar edip. Çocuğu suçlayıp amcaları aklıyoruz. Öğrenci evleri fuhuş yuvasıdır, diyerek emek vermiş, üniversiteyi kazanmış, evinden, ailesinden uzakta olan binlerce çocuğu zan altında bıraktığımız yetmiyor gibi ailelerini de hiç düşünmüyoruz. Her mahalleye bir cami inşa ederken her şehire üç üniversite inşa edip eğitim düzeylerini de en üst seviyelere çıkarmayı hiç düşünmüyoruz. Zira Boğaziçi Üniversitenden mezun olan bir genç ile Van Erciş ( yüzüncü yıl ) Üniversitesinden mezun olan genç eşit sayılmıyor. 
İşyerinde patronu, yöneticileri, mesai arkadaşları tarafından tacize uğrayan KADIN. Birileri tarafından fark edildiğinde kuyruk sallamasa olmazdı diye suçlanan KADIN. Akrabaları veya herhangi biri tarafından tecavüze uğrayan KADIN ve namusumuzu kirlettin diye öldürülen KADIN. Sokakta eşi tarafından öldürülen, dövülen KADIN. Sokakta eşi tarafından öpüldüğü için hafif meşrep ilan edilen KADIN.
Cennet anaların ayakları altındadır diye müjdelenen KADIN. Hamile kadın sokağa çıkmaz, insanın aklına seksi getirir diye itham edilen KADIN. 
Ve bunca olup bitene rağmen hala sessiz sedasız köşesinde oturan KADIN. 
Bir KADIN adamı rezilde eder, vezirde. Siyasetinize lütfen kadınları karıştırmayın demek sanırım boşuna olacak. Fakat siyasete alet olmamak için lütfen bir şeyler yapalım demek sanırım bir kadın olarak hakkım.

24 Mart 2015 Salı

#erkeksen




#erkeksen
Sosyal medyada hastaglar arasında ilk sırada yer alan gündem #erkeksen. Kadem derneği tarafından kadına şiddete hayır projesi kapsamında başlatılan “erkeksen öfkeni yen” kampanyası ile ilgili afişler billboardlarda yerini aldı. Televizyon kanallarında görselleri yayınlanıyor. Herkesten destek bekleniyor. Ve sosyal medyada ciddi anlamda ses getirdi.
Peki ya gerçek hayatta?
Ataerkil bir toplumda kadın olarak dünyaya gelmek demek hayata 1-0 yenik başlamak demektir. 
Erkek sever, aslan oğlum olur. Kadın sever yollu olur.
Erkek döver, söver, kırar, döker. Erkektir, kocandır yapar derler.
İş hayatında kendi yaşam mücadeleni vermek için didinirsin. Yılışırlar, asılırlar, sırnaşırlar. Terslersin, işinden kovulursun. Veya iftiraya uğrarsın. Ne de olsa bizim toplumumuzda “dişi köpek kuyruk sallamazsa, erkek yanaşmaz” derler. 
Dünya ekonomik forumunun 2013 yılı için hazırladığı küresel toplumsal cinsiyetler uçurumu raporunda 130 ülke arasında 120. Sırada Türkiye yer alıyor. 
Ve ne yazık ki şiddet eğitim düzeyi ile doğru orantılı değil. Öyle aile hikâyeleri var ki hadi canım okumuş adam da yapar mı dedirtiyor. Kadın toplum baskısı yüzünden korkusundan boşanamıyor. Aile baskıları, ekonomik özgürlük, ananeler. El âlem ne der kaygıları ile tüm yaşamını bir cehennem de geçiriyor kadın. Şiddetin illa fiziksel olması gerekmiyor. Ben karımı dövmem arkadaş diyen pek çok adam. Aşağılayarak, hor görerek, hiçe sayarak, eşyaymış gibi davranarak şiddetin en büyüğünü uyguluyor. 
Her gün sokaklarda, evlerde, yollarda vurularak, dövülerek, işkence ile kadınlar öldürüyor. Hala dünyada çocuk gelinler ülkesi olarak anılıyoruz. 15 yaşında kız çocukları kendilerinden yaşça büyük adamlara başlık parası karşılığında satılıyor. O çocuğun yaşadığı tramvayı bir gözünüzde canlandırın. İğrenç. Pedofili hastalıktır. Tedavi edilebilir tabii kabul edilirse. 
Yazılacak o kadar cümle var ki dile getirilmesi gereken o kadar sorun var ki. Toplumumuzda kadının ne adı var, ne de yeri. 
Oysaki her erkek bir anadan doğuyor. 
#ERKEKSEN; öfkeni yen
#ERKEKSEN; karını, kızını, anneni, kız kardeşini sev…
#ERKEKSEN; kadına şiddete sende hayır diyebilmelisin…

21 Mart 2015 Cumartesi

Farkındalık

Bugün down sendromu farkındalık günüymüş. Böyle tek bir gün ile fark edilmesi gereken şeylerden elbette haz etmiyorum. Çünkü bütün Hayatımız boyunca fark etmemiz gerekenleri bir gün ile sınırlandırmayız. +1 ile Dünya'ya gelmiş. Yürekleri kocaman güzel insanlara ucube gibi bakamazsınız. Hasta değiller sadece Tanrı onları özel yaratmış. Görsel olarak farklı diye tanımlarken kalplerinin de farklı olduğunu unutmayalım. Down sendromu hastalık değildir. Ilaç kullanmazlar. Tek istekleri ki gerçekten olması gereken farklı davranılmaması. Belki tüm dünya down sendromlu olabilirdi. O zaman -1 diye mi ötekileştirecektik. Önce yaratana sonra yaratılmışlara SAYGI gösterelim lütfen.

engel SİZ siniz

Engel SİZ siniz;
Der ki; yaratan canın özrü olmaz. 
İnsanoğlunun başına her an her şey gelebilir. Ben çok sağlıklıyım. Ben çok zenginim. Ben çok güzelim. Bunların hepsi geçicidir. Her şey bir yana yaratılmış olan her şey bir gün yok olacaktır. Hangimiz doğduğumuz gün ki kadar masumuz. Hangimiz gençlik çağlarımızda ki kadar deli doluyuz. Her şey bir süreç içerisinde değişmeye mecburdur. Sahip olduğumuz her şey de geçicidir. 
Derler ya, malına güvenme bir kıvılcım yeter. Güzelliğine güvenme bir sivilce yeter. Mertliğine güvenme bir söz yeter. Çok derin anlamları vardır. Anlayabilene. 
Türkiye de rakamlar ile telaffuz edilen engelli, özürlü vatandaşlarımız var söylemlerine karşıyım. Her şeyden önce insanız. Bedenin özrü olabilir fakat yaratanın da dediği gibi canın özrü olmaz. Baktığınız zaman bedenen engelli veya özürlü dediğiniz insanların hiç birimiz de olmayan yürekleri var. İnançları ve azimleri var. İş yerlerinde engelli kadroları vardır. Böyle bir ayrım doğru değil. Doğuştan yaratan takdir etmiştir. Bize göre engelli doğmuştur insan. Fakat yaratan için engel söz konusu değildir. İmtihandır. Veya sağlıklı bir insan kaza geçirir, hastalanır. Uzuvlarını kaybedebilir. Fakat sizin için hayatınızda ki değerini kaybetmez. Bizler hayatı sanki hep aynı rutinde devam edecekmiş gibi yaşayarak en büyük gaflete düşüyoruz. Oysaki dünya da milyarlarca insanın başına gelen her şey hepimizin başına gelebilir. 
Engel bizim yüreklerimizde, bakış açılarımızda. Kaldırımlara bakın tekerlekli sandalye kullanan insanlar için yol yok. İş yerlerinde, evlerin girişlerinde hiç düşünülmemiştir. Çünkü kimse akıl edememiştir. Ne zaman ki başınıza bir kaza gelir. O zaman ne kadar zorluklar olduğunu fark edersiniz. O zamana kadar aklınızın ucundan geçmeyen şeylerin ne kadar önemli olduğunu anlarsınız. 
Hep birlikte el ele vererek yüreklerinde engel olmayan insanlar olmaya çalışalım. Engelleri biz kaldıralım. Hepimiz insanız hayatın bize getireceklerinden bihaber yaşadığımız dünya da çevremizde olanlara kayıtsız kalmayalım. Maddi manevi elimizden gelen bir şey varsa seferber olalım. Çünkü imtihan hepimiz için. Toplum olmanın ilk kuralı dayanışmadır. Saygıdır. Engelli diye acizliğimiz ile dışladığımız insanların insan olduklarını unutmayalım.

1 Ocak 2015 Perşembe

Sanal hayatlar.

Hayatımıza yerleşmiş yeni kavramlar. Sosyal medya. Yani facebook, twitter, instagram, foursquare, whatsapp, imessage, viber, tango vs vs diye uzayıp giden bir liste. Peki, nedir bunlar. Yeni nesil akıllı telefonlarımızda kullanımı aktive edilen sosyalleşme programları. Bir yere gidiyorsunuz hemen girip foursquare uygulamasından check-in yapıyorsunuz. Fotoğraflar ile süslüyorsunuz. Ayşelerdeyiz. Kahve içiyoruz. Ohhhh sefamız olsun. Takipçileriniz sizin Ayşelerde olduğunuzu ve kahve içtiğinizi öğrenip beğeniyorlar. Tabii bununla sınırlı kalmıyor. Bir restorandasınız hemen check-in yapıyorsunuz. Beğenilerinizi ve eleştirilerinizi de oraya yazıyorsunuz. X restoran da ayva tatlısı yedik. Muhteşemdi. Garsonlar çok lakayıt. Ortam muhteşem. Böyle mekân zor bulunur. Yanınızda arkadaşlarınız var. Hemen bir fotoğraf çekiyorsunuz instagram üzerinden, fotoğraflar ile oynayıp gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra paylaşıyorsunuz. Facebook’da bir güzel de birlikte olduğunuz kişileri etiketliyorsunuz. Dosta düşmana karşı… Bunları yaparken elbette iki laf edemiyorsunuz. Çünkü siz yanı başınızda olan insanlardan çok diğerlerine paylaşımlar iletme peşindesiniz. Sonra da diyoruz ki sıkılıyoruz. Ayşe yanında otururken sen diğerlerine sosyal medya da oradayız buradayız reklamı yaparsan elbette ki sıkılırsın. Çünkü anı yaşamak yerine anın ötesinde dolaşıyorsun. 
Bu sosyal sitelerde bir de nick ediniyoruz. Kişi gerçek yaşamında sessiz, sakin iken orada asi27 oluveriyor. Evinde anneciği ile hayatını devam ettirirken sosyal medyada gece kuşu, özgür kız, kim tutar beni triplerinde acaip bir hayal dünyasında yaşıyor. Küçücük ekranlara gizlediğimiz tanımsız hayatlar var aslında fakat hiç birimiz farkında değiliz. Normal yaşamında küfür etmeyen hanım hanımcık kızlarımız seksli sözlüklerde geziyor. Kimi kandırıyoruz. Neden böyle davranıyoruz diye düşünüyor muyuz acaba. Kendi gerçeklerimizden neden uzaklaşma çabasındayız. 
Ve bunların sonucunda hayata, insanlara, kendine güvenmeyen bireyler çıkıveriyor ortaya. Oyun odalarında tanışıp birileri ile muhabbet ediyorlar. Kendisini kültürlü, zengin, sosyal, yakışıklı / güzel diye tanıtan insanlar gerçek yaşamlarında olmak istedikleri kişilerden çok uzaktalar aslında. Kavram karmaşası yaşıyorlar. Olmak istedikleri, olamadıkları kişiler ile gerçekte oldukları kişiler arasında kalıyorlar. Biri yazıyor 18 yaşımdayım. Sarışınım. Renkli gözlüyüm. Abla gerçekte 40 yaşında. Esmer, karakaşlı, kara gözlü. 
Tüm bunların sebebi kendimizi sevmiyor olmamız. Kendimize değer vermiyor olmamız. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmemize izin vermeyen egolara sahip olmamız. 
Sanal hayatlardan kafalarımızı kaldırıp çevremizde olan bitenlere baksak bize biz olduğumuz için değer veren insanları kucaklasak. Sahte hayatlar yerine gerçek yaşantılarımıza dönsek hayat daha keyifli hale gelmez mi acaba? 
20 yıl önce cep telefonu yoktu. Hepimizin sağlam dostlukları vardı. Hafta sonları dershane çıkışlarında arkadaşlarımızla bir kafeterya da oturup iki laf etmek için can atardık. 
Peki ya şimdi?